Curatore d'Arte

Nur Ataibis


Nur Ataibis La materia lavorata con dolcezza e armonia nel rispetto dei colori che ricordano la terra e solidi valori che la terra conserva immutati nel tempo. Forme che catturano lo sguardo ed il pensiero anche di un visitatore frettoloso e distratto. Ambienti che si riempiono di calore e di atmosfera, Pezzi che non dovrebbero mancare in nessuna collezione. Un difetto devo segnalarlo… non si può resistere alla tentazione di toccare.

İsimsiz IV Sergisi Üzerine
Son işlerimi iktidar, şiddet, sürgün edilme, yabancılaşma gibi kavramlarla uğraşımın geldiği bir durak olarak görüyorum. İçeriden ve dışarıdan kuşatıldığımız güçleri tanıma, onları anlama süreci…

Uzunca bir süredir bir ayağım iç, diğeri ise dış dünyada iken bu iki dünyanın uzlaşı içinde var olmaları idi uğraşım. Bu işlerde ise hem içsel, hem de fiziksel sürgün edilmişliği çok düşündüm çalışırken. Çalışmaların içine girip, yoğunluğum arttıkça bilinçdışına yerleşmiş, uzun zamandır farkında olmadığım imgelerin bilincime çıkıp bilinç ve bilinçaltının uzlaşımı diyebileceğim bir izleği sürdüğünü fark ettim. Belleğe kazınmış sanayileşmenin şehir siluetlerine yerleştiği ve kültürün bozduğu insanlığın kendisine ve diğer canlılara olduğu kadar mekânlara da çektirdiği acıların kalıntılarını buldum oralarda. Birbirini acımasızca yok eden insanlar, medeniyetler gördüm.

Eşsiz güzelliğini sunarken hüzünlenen ve sessizce çığlık atan yeryüzü imgeleriyle, ”bana yapılanları asla karşılıksız bırakmam” diyen, bir anlamda yaratıcı da olabilecek bilinçdışını kışkırtan bir doğa buldum. Bu doğa aynı zamanda kendi insanlığımızla yüzleşmemizi de bekliyordu bizden. Kendi geçmişi ve zorla bıraktıkları ile bağını kopartamayan veya boşlukta yitip gitmemek için o bağa sarılan ve bırakamadıklarının üzerine daha fazla anlamlar yükleyip onları mitleştirenlerin izlerini sürdüğümü farkettim. Yüklendikleri anlamın büyüsü ile yükleyenleri içine çeken, ama hemen ardından dışına atarak yersiz yurtsuzluklarını hissettiren bağlardı bunlar.

Durgunluk ve hareketi, çığlık ve sessizliği, geçmişi ve şimdiyi, kabukları ve kabuksuzluğu, herşeyi ve hiçbir şeyi, yaşamın ve ölümün birlikteliğini hissettim çalışırken. Sürgün edilmenin sonucu yaşanan travmayı, güce tapmanın yarattığı korku ve yabancılaşmayı aşabilmenin tek çaresinin ancak ve ancak kendi karanlık yanlarımız ile yüzleşebilmek olduğunu bir kez daha düşündüm. Bilinçlenmiş insanın açılan derin yarıklar üzerinde durup sükunetini koruyarak ”ben ne yapabilirim“ sorusunu sorması, hoyratça yok edişlere, şiddetin her türüne karşı çıkabilmesi, dünyayı yeniden yaşanılabilir kılmanın çarelerini arama sorumluluğunu alabilmesi için narsisizminden kurtularak arınması gerektiğini de…

Lascia un commento

Il tuo indirizzo email non sarà pubblicato. I campi obbligatori sono contrassegnati *